Daha – Hakan Günday
“Bugün
hayattaysak eğer, soyağacımızdan birileri “Ya o ya ben!” dediği için değil
miydi?”
Kitap okumayı çok seven bir insanım. Hayatta en çok ne sevdiğimi sorsalar istisnasız kitap okumak, film izlemek ve yorumlamak derim. Son zamanlarda herkes de öyle sanırım. Kitap okumanın bir tutku işi olduğunu söylemek isterim. Benim gibi kitap okumayı tutku haline getirmiş insanlar için farklı bağları olduğunu düşündükleri eminim bazı yazarlar vardır. Mesela benim çok sevdiğim lisede iken fazla popüler olmadan önce farkına vardığım, kitaplarını ve kendi iç dünyalarını merak ettiğim bir kaç yazar vardı. Bunlardan ilki Oğuz Atay iken diğeri Hakan Günday'dı. Sonuncusu ise her zaman değişiyordu. Yani bazen Sabahattin Ali olurken bazen de başka yazar olabiliyordu. Üçüncü seçeneğim her zaman değişkendi. Ama bu iki yazar her zaman aynı yerdeydi.
Hakan Günday'ın okuduğum ilk kitabı "Kinyas ve Kayra" idi. Çok güzeldi. Altını çizmediğim cümle yoktu herhalde. Bunun gibi güzel derinlikli bir kitap daha gelmez diyordum ama "Daha" kitabını okumamla fikrim hemencecik değişti.
'Daha' kitabının ilk giriş cümlesi Rimbaud'a ait olan bir alıntıyla başlıyor, "Dayanılmaz tek şey, hiçbir şeyin dayanılmaz olmamasıdır." Bazı giriş cümleleri vardır. Anlamlı ve sanki kitabın tümüyle alakalı olan roman boyunca her bir serüvende o giriş cümlesini hatırladığımız o giriş cümleleri...İşte bu giriş cümlesi de tüm kitap boyunca bize yol göstermişti. Bunu okurken değil ama kitabı bitirdikten sonra anlıyordunuz.
Kitabın ama konusu Gaza'nın bazen iç burkan bazen de akıl almaz ilginç öyküsüydü. Sayfalarda ilerledikçe tempo hiç düşmüyor biz bitmesini her şeyin çözümünü beklerken o dehşetlik hissi hala sınırlarını zorluyordu. Saf bir gerilim vardı kitapta.
Gazâ küçük yaşına rağmen
hayata öyle bir yerde başlıyordu ki resmen sirkteki aslanları feleğin alevli
çemberinden geçirecek kişi. İnsan kaçakçılığının göbeğinde, işi kıvıracak kişi
kendisi ve babası. Kıvrak zekası, olayları kavrayışı ve ürettiği çözümler her
zaman onu bir adım daha önde tutmaya yetti. Hatta kendi çapında araştırmalar
bile yaptı insanlar üzerinde. Ama ne için? İncelemesi ne işe yaradı? Kendini
tatmin etmek isterken, insanların gerektiğinde ne kadar vahşileşebileceğini,
fedakarlıkları göze almanın ve liderliğin getirdiği ağırlığın altında kalarak
değişime göz yuman bir grubun hareketleriyle, kendi bile dehşete düştü.
Aklından çıkarmadığı bir şey vardı elbette. Hiçbiri kendisi kadar vahşi
olamazdı!
Siz bu cümleyi okurken, bir
yerlerde insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu
zifiri bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor. Ancak bu hikâye o kaçak göçmenlerle
değil, onları kaçıranlardan biriyle ilgili. Adı Gazâ. Babası bir insan
kaçakçısı, Gazâ da onun çırağı. Henüz 9 yaşında. Yani, hayata ve insana dair,
öğrenmemesi gereken ne varsa, hepsini öğrenecek yaşta.
Hikaye çocuk olamadan göçmen
taciri olan Gazâ’nın Afganistan’a yaptığı yolculuk ile son buluyor. Bireyin her
yaptığının sorumluluğunu almasının en güzel örneği Gazâ. Kişisel sorumluluğu
konfor alanını yıkma pahasına kabullenmek, delirmesinin ana nedeni. Acaba
“Bütün mesele, kime itaat edeceğini seçmekteydi. Tek bir seçim yapıp, gelecekteki
bütün seçimlerden muaf olmak!… Vicdan azabından delirmemenin ve bir toplum
olarak temiz kalmanın tek şartı, zincirleme itaattı.” sözlerine uysaydı ne olurdu
diye düşünmeden geçemiyor insan. Bu sırada kendi sorumluluklarını da
sorguluyor.
Fazla düşünmeden bu maceraya atılmanızı öneririm...
Keyifli okumalar!
“Asla hatırlamak
istemediğim, ancak unutmak için anlatmaktan başka çaremin olmadığı o kadar çok
şey yaptım ki... Üstelik bunları da başka şeyleri asla hatırlamamak için
yaptım... Ama bugünü, dünü unutmak için yaşamak, hiçbir halta yaramadı.
Aksine... Unutulması gerekip de unutulamayanlar, katlana katlana çoğaldı.”
Yorumlar
Yorum Gönder